12 Eylül 2017 Salı

Bölüm 1 : Furan Şehri'ne Dönüş

Atlı, atını dört nala sürüyordu. Toprak artık adını çamura devretmişti. Uzun zaman sonra gelen bu yağmur, atlının hızını bir hayli düşürmüştü. Etraf sessizdi, sadece atın nefes alıp verme sesi duyuluyordu. Yolda ne bir ağaç vardı ne de bir ev, tamamen boş bir araziydi. Taşların kırık tarafları, az önceki yağmur yüzünden su dolmuştu, hava düzelmeye başlayınca, kuşlar kendini gösterdi, biriken suları içmeye başladı, güneş yeniden ortaya çıktı. Atlı ise atından indi, büyük ve düz bir taşın üzerindeki oyukta biriken suyu yüzüne vurdu, kendine gelmişti. Uzun yol onu harap etmişti. Neredeyse iki gündür at üzerindeydi. Yol hiç bitmeyecek gibiydi, ancak bitmesi gerekiyordu. Bu oldukça önemli bir meseleydi. Atına bindi ve yola devam etti. Güneş kendini iyice göstermeye başladı. Ortalık tamamen aydınlandı. Sonunda kasaba görünmeye başladı. Çok az ev vardı, bir kaç da ahır. Atlı hızını biraz daha arttırarak kasabaya oldukça yaklaştı, yaklaştıkça kasabadan biraz uzakta bir ev gördü. Aradığı yeri bulmuştu, hızla oraya yakınlaştı.

Bir adam, karşısındaki tahta kuklaya bıçaklar fırlatıyor, okunu çekip en arkadaki kuklayı vurmaya çalışıyor bazen de kemerinde ki hançerleri çekip, kuklalara yakından saldırıyordu. Hepsini tamamladıktan sonra, yanındaki çuvalları kaldırıp indiriyor ve tabaktaki çörekten bir parça koparıp ağzına atıyordu. Atlı, kısa bir süre bu adamı izledikten sonra yanına giderek, "Efendim, siz Keanexl mısınız?" diye sordu.

Adam son bıçağını fırlatırken bu sözleri duydu, ama cevap vermedi, odaklandı ve bıçağını fırlattı. Bıçak kuklanın kafasına saplandı sonrasında ise adam dönüp, " Kim soruyor?" diye soruyla cevap verdi.

Atlı atından indi ve cebinden bir parşömen çıkardı, adam onu süzüyordu. Parşömeni uzattı, "Efendim, ben bir ulağım, Kral beni yolladı. Sizi çağırıyor," dedi.

Adam parşömeni aldı, parşömeni açarken, "Peki bu ulağın bir adı yok mu?" diye sordu.

Ulak, "Efendim, adım Ayaba'dır," dedi.

Adam parşömeni okumaya başladı, ulak bu arada bekliyordu, parşömenin tamamını okuduğu zaman, "Evet Ayaba, ben Keanexl'ım, ve hadi yola koyulalım," dedi.

Ulak Ayaga, hızla atına atladı, Keanexl ise evine girip, eşyalarını yanına aldıktan sonra evin arkasındaki, siyah atına binip, Ulağın yanına geldi, "Hadi Ayaba, yolu göster," dedi.

"Beni takip edin."

Aynı uzun yola tekrar koyulduklarında, yarım gün yol katettiler. Ayaba acıkmaya başladı, biraz daha ilerleyip bir ağaç gördükleri zaman atlarından indiler. Ayaba telaşlı bir şekilde, atın eyerini, karıştırmaya başladı, hiç yemeği kalmamıştı. Keanexl yanına yaklaşıp, "Merak etme yiyecek getirdim," dedi. Ayaba çok sevinmişti, sonunda karnına bir lokma birşey girecekti. Oturup, Keanexl'ın çöreklerini yediler, biraz oturup dinlenirlerken, bir ses duyuldu. Bağırma sesleri tüm arazide yankılanıyordu. Ulak telaşla atına doğru gidip, kılıcını yanına aldı, Keanexl ise hala oturuyordu, birden dört atlı oraya doğru gelmeye başladı. Ulağın eli titriyordu, atlılar oraya vardıklarında, atlarından indiler. Biri ulağa yaklaştı, "Yanında ne kadar altın var?" dedi.

"Hiç yok efendim, ben bir ulağım."

"Yalan söylediğini hepimiz biliyoruz, değil mi?"

Diğer üç kişi, "Evet!" diye bağırdı.

"Doğruyu söylüyorum Efendim, isterseniz beni arayabilirsiniz."

Ulak bu arada arkasına baktı, Keanexl'ın neden sesinin çıkmadığını merak etti. Arkasına tamamen baktığı zaman orada hiç kimse olmadığını farketti, Keanexl'ın bunlardan korkup kaçtığını düşündü, içini bir korku kapladı.

Adam " Kılıcın," dedi. "Sağlama benziyor."

"Bilmiyorum Efendim, kral bana bunu verdi, bu yolda başıma bir şey gelirse, kullanmam için."

" Başına biz geldik, o zaman kullan kılıcını."

Ulak daha çok korkmaya başladı, "Hayır," dedi. "Bunu alabilirsiniz efendim."

Adama kılıcını uzattı, adam sırıtarak, elini kılıca doğru uzattı, bu arada arkada bazı sesler gelmeye başladı. Adam kafasını arkaya çevirince, adamlarının yerde olduğunu gördü, Keanexl elinde kanlı iki hançer ile, kendisine doğru bakıyordu, Hızla Ayaba'nın kılıcını alırken, Keanexl, adamın boğazını tek hamlede kesti. Ulak bu anları, izlerken heyecandan ölmek üzereydi, ilk kez ölümle bu kadar yan yanaydı, daha 16 yaşındaydı, ilk mücadele deneyimini bu yaşlarda yaşaması oldukça kötü bir durumdu ama Keanexl onu kurtarmıştı.

Keanexl hançerlerini temizleyip, ceplerine koydu sonra ise cesetleri aramaya başladı. Ulak hala şoku atlatamamıştı, Keanexl cesetlerden eşyaları topladıktan sonra ulağa bir tokat attı, ulak sonunda kendine gelmişti. Kılıcını eyerine koydu ve atını hazırladı, hiçbir şey söylemiyordu. Sanki dili yokmuş gibiydi. Keanexl ise, bu anda susmayı tercih etti, zaten çok konuşmazdı da.

Yola koyuldular, yaklaşık iki gün boyunca durmadan at sürdüler, çok yorulmuşlardı, ulak bazen atın üzerindeyken uyuya kalıyor, attan düşecekken uyanıyor ve ipe doğru sıkıca sarılıyordu. Bu uzun yolculuk, hiç bitmeyecek gibi görünüyordu. Güneş, bazen ortadan kayboluyor, bazen görkemiyle kafalarını yakıyordu. Bulutlar, bazen güneşi kapatıyordu, bazen Oru gezegenini kapattığı bile oluyordu, onun gibi büyük gezegenler bile bulutlar tarafandan, gökyüzünden silinebiliyordu. Bazen, arazi, tamamen sessizlikle bürünüyor, bazense kuşlar durmadan ötüyordu, bu uzun yolculuk kendini onlara o kadar alıştırmıştı ki, ne zaman yolculuğa başladıkları, ya da ne zaman biteceği gibi bilgileri düşünmemeye başlamışlardı. Ulak geçen seferde aynı yolu gelmişti, ancak bu sefer, oldukça farklıydı, durmadan hava koşulları değişiyor, Oru ve Güneş ortadan kayboluyor. Karanlık gün ortasında çöküyordu. Belki de buna sebep olan Tanrılardı, belki de yeni bir Kıtalar Savaşı'nın gücüydü.

Bu bitmeyen yol, sonunda bitmişti. Şehir uzaktan görünmeye başlamıştı, yaklaştıkça duvarların uzun zamandır ayakta olduğu için, neredeyse yıkılacak gibi durduğu görünmeye başlandı, Bu şehir en az bin yıldır buradaydı, bu duvarlarsa şehri ayakta tutan tek şeydi.

Keanexl, "Furan şehri," dedi. "Seni görmeyeli uzun zaman olmuştu."

Kapıya yaklaştılar, korumalar kapıyı açtı ve şehre girdiler. Şehrin içinde her zaman ki gibi bir telaş vardı herkes bir şeylere yetişmeye çalışıyordu, birileri atını durmadan kırbaçlıyor, birileri koşa koşa evine giriyor birileri ise, durmadan eşya satın alıyordu, Kadınlar elbiselerini durmadan değişiyor, Erkekler yeni içkiler arıyor, çocuklarsa tahta kılıçlarla savaşıyordu işte Furan Şehri buydu, savaş anında bile asla bu hali değişmezdi, herkes aynı şeyleri durmadan ve telaşlı bir şekilde yapardı. Şehir pek güzel kokmuyordu, savaş yüzünden sokaklar unutulmuştu, bu nedenle sokaklar çok kirlenmişti. Geçen seferkine oranla daha büyük evler yapılmıştı, ama hiçbiri sarayın boyuna yetişememişti.

Ulak öne geçerek, "Beni takip edin," dedi.

Bir süre aynı sokakta yol aldıktan sonra farklı bir sokağa döndüler, bu sokak diğerinden daha kirliydi, insanlar ellerinde bıçaklarla geziyordu, yerlerde kurumuş kanlar vardı.

Ulak, "Efendim," dedi. " Burada dikkatli olun, burası şehrin en tehlikeli bölgesi"

Keanexl kafasını salladı ve etrafına göz gezdirdi, herkes belalı gibi gözüküyordu, yerler kırık bira şişeleri ile dolmuştu, kırık olmayan şişeler ise insanların, su şişesi oluyordu. Herkes fakirdi ama hiçbiri aç değildi. Yiyecek bir şeyleri her zaman bulurlardı. Keanexl kafasını sola çevirdi, birileri kavga ediyordu. İki genç, Yaşlı bir adamla tartışıyordu, Keanexl atını o tarafa doğru çekti, İki genç, seslerini biraz daha arttırmaya başladılar, adam sonunda kabul edip yatağındaki eşyaları çıkardı, gençler adamın eşyayı vermesini bekliyordu. Yaşlı Adam arkasını döndü ve kirli ve yırtık bir beze sarılı eşyayı onlara doğru uzattı, Gençler eşyayı alacakken, Yaşlı adam diğer elindeki bıçağı hızla solundaki gencin karnına sapladı, Keanexl olanları dikkatle izliyordu, büyük bir soğukkanlılıkla. Soldaki genç, başını hızla karnına doğru indirdi, bıçağa baktı, bu eski ve tahtadan yapılma sapa sahip bıçak, karnında öylece duruyordu, sağdaki genç, hızla bıçağını çekmeye çalıştı, ancak yaşlı adamın diğer elindeki bezi hiç hesaba katmamıştı, adam bezi hızla çekti ve aynı bıçaktan bir tane daha ortaya çıktı. Soldaki genç, kan kaybından şuurunu kaybediyordu, sağdaki genç ise hala bıçağını çekmeye çalışıyordu, bu arada yaşlı adam diğer elindeki bıçağı adamın boğazına sapladı, bu hamleyi o kadar hızlı yapmıştı ki, sağdaki adam bunun fark etmemişti bile. Gençlerin ikisi de biraz sonra yere yığıldı, yaşlı adam ise yatağına uzandı. Keanexl atının başını çevirdi ve Ayaba'nın yanına gitti. Sonunda bu sokaktan çıktılar, biraz daha ilerledikten sonra saraya vardılar.

Sarayın kapısındaki korumalar, ulağı gördükleri için sevindiler.

"Kral seni bekliyordu, acele et."

Ulak ve Keanexl atlarından inip, saraya girdi. Hizmetçi bir kız, onları alıp bir odaya getirdi. Keanexl'a "İçeri girin," dedi.

Keanexl kafasını ulağa çevirdi, "Peki ya o?"

"O gelemez Efendim."

Ulak başını salladı.

Keanexl içeri girdiğinde, odanın muazzamlığını farketti. Saray başlı başına muhteşemdi, duvarlar oymalar ve resimler ile doluydu, yerler temizdi. İçeriden güzel kokular geliyordu. Bu oda ise, saraydan kat kat daha güzeldi, içeride birkaç tane koltuk vardı, koltuklar deriden yapılmıştı. Duvarda bir ayı postu vardı, tam karşısındaki şömineden gelen çıtırtı sesleri, odayı dolduruyordu. Zemin sıcaktı ve en önemlisi de, masada yiyecek koca bir tabak vardı. Keanexl bunları incelerken, koltuklardan birinde oturan Kral, ayağa kalktı, "Eğitimin nasıldı?" dedi.

Keanexl diz üzerine çöktü. "Kralım," dedi. "Kesinlikle umduğundan daha fazlasını kazandım."

Kral elini havaya kaldırarak, Keanexl'ın kalkmasını işaret etti, "Sanırım zaman geldi," dedi. "Kıtayı kaybetmeden önce, ağacı bulmalıyız"

"Ağacın var olup olmadığını bile bilmiyoruz."

Kral masayı işaret etti, "Otur ve bunları bitir," diye emretti. "Kurt gibi acıkmış olmalısın."

Keanexl masaya oturdu, yemekleri yemeye başladı.

Kral şöminenin üstündeki şişeden Keanexl'a içki doldurdu, içkiyi masaya bıraktı, "Tek şansımız bu," dedi. Sesinin tonundan umutsuzluğu fark ediliyordu. Keanexl çok şaşırmıştı. İlk kez kralı umutsuz görüyordu. "Gidip onu getireceksin, bu akşam burada dinlenecek sonrada en iyi adamlarından istediğin kadarını yanına alacaksın."

Keanexl hızla eti yiyordu, bu koca et parçası o kadar iyi pişmişti ki. Kral güldü, "Gerçekten çok acıkmış olmalısın," dedi.

Keanexl ağzındaki lokmayı yutunca, "Bu et," dedi. "Çok güzel olmuş."

Kral daha büyük bir kahkaha attı, "Senin için yaptırdım." dedi. "Yemeğini bitirdikten sonra hizmetçi seni odana götürür."

Kral odadan çıktı, Keanexl ise hızla yemeğini bitirip odasına çıktı. Odasında, bir yatak, iki koltuk ve bir masa vardı. Yatağına uzandı, yatak o kadar yumuşaktı ki, bir kaç dakika sonra uykuya daldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Merhabalar!

Sayın okurlar, bu kitabı beğenip takip ediyorsanız, çok teşekkür ederim. 3-4 günde bir yeni bölüm gelecektir. Sağlıcakla kalın.